DERNEK BAŞKANIMIZ SAYIN Ü. TOLGA BİLGİN`İN 09 MART 2007 TARİHİNDE CEYLAN INTERCONTINANTEL İSTANBUL 6. ENERJİ ARENASINDA, TÜRKİYE’NİN YENİLENEBİLİR ENERJİ YATIRIMLARININ SORUNLARI KONUSUNDA YAPTIĞI SUNUM (The speech by our chairman Mr. Ü. Tolga BILGIN made at the 6th Energy Arena on the March 09, 2007 in Istanbul Continantel Hotel about the problems of Renewable Energy investments.)

Sayın Bakanım,
Değerli Katılımcılar,
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama başlamadan önce sizlere kendimi tanıtmak istiyorum.  Ben Rüzgâr Enerjisi ve Su Santralleri İşadamları Derneği yönetim kurulu başkanlığı görevini yürütmekteyim.  Aynı zamanda Bilgin Enerji A.Ş. yönetim kurulu üyesiyim.  Bilgin Enerji olarak 15 yıldır su santralleri ve bizzat kendim de içinde olmak üzere 8 yıldır da rüzgâr santralleri projeleri geliştirip, kuruyor ve işletiyoruz. 
Hepimizin bildiği üzere ülkemiz gerek su, gerekse rüzgâr potansiyeli yönünden oldukça zengindir.  Ancak bugüne kadar bu potansiyelimizi yeteri kadar kullanamadığımız da bilinen bir gerçektir.  Enerji arz ve talep dengesizliğinin ve yakın gelecekte oluşabilecek elektrik enerjisi açığının tartışıldığı bu günlerde, tamamen yerli ve çevreci olan yenilenebilir kaynaklarımızın değeri daha fazla ön plana çıkmaktadır. 
İzin verirseniz önce Türkiye’de yenilenebilir kaynakların durumunu rakamlarla anlatmak istiyorum.
Türkiye’nin rüzgâr enerjisi kaynakları yönünden zengin bir ülke olduğu söylenebilir.  Türkiye’nin çeşitli yerlerinde, üyelerimizce, 7 – 8 yıldır yapılan rüzgâr ölçümlerini esas alarak yaptığımız değerlendirmelerde, 10.000 MW yani yıllık 30 Milyar kWh elektrik enerjisinin rüzgâr santrallerinden elde edilebileceğini hesaplamaktayız.  Bunu parasal olarak ifade etmek gerekirse yılda yaklaşık 2 Milyar Dolarlık rüzgârın boşa estiğini söyleyebilirim. 
İşletmede olan rüzgâr santrali kurulu gücümüz Bilgin Enerji olarak Bandırma’da kurduğumuz 30 MW’lık santralle birlikte sadece 50 MW’tır.  Bizim serbest piyasa koşullarında ilk ve en büyük rüzgâr santralini kurmamızla birlikte diğer yatırımcılar da rüzgâr yatırımlarına başlamıştır. Yakın bir zamanda toplam 65 MW gücünde üç yeni proje daha işletmeye geçecektir.  Fakat halen kurulabilir rüzgâr enerji potansiyelimizin sadece %1’ini kurabilmiş durumdayız.
İşletmede rüzgâr santrali olan ve 8 senedir bu işin içinde olan bir yatırımcı olarak, rüzgâr enerji santrali yatırımları ile ilgili siz potansiyel yatırımcılara ışık tutacak bilgiler vermek istiyorum.
Rüzgar enerji santrali yatırımı için en önemli unsur proje sahasında en az iki sene, kurulacak türbinin hub yüksekliğinde (genelde bu 50-60 metredir) ve proje sahasını temsil edecek sayıda direklerle rüzgar ölçümü yapmaktır.  Bu ölçümlerin 2 seneyi tamamlamasıyla kredi kuruluşlarınca kabul görmüş yurt dışındaki mühendislik firmalarına micrositing diye adlandırılan, optimize edilmiş türbin yerleşimlerini ve elektrik üretimini gösteren rapor hazırlatılmalıdır.  Bu rapor gerek yatırımcının kendi fizibilitesini yapması için ve gerekse kredi sağlayacak kuruluşlar için çok önemlidir.  Yeterli ölçümü ve sağlıklı rüzgâr enerji raporu olmayan projeler yatırımcı için çok ciddi riskler taşımakta ve ayrıca kredi kuruluşlarınca da kabul görmemektedir.
Biz, Bilgin Enerji olarak rüzgâr ölçümlerimize Türkiye’nin 40 değişik bölgesinde olmak üzere 1998 yılında başladık.  Geçen zaman içinde 3096 sayılı yasaya göre Enerji Bakanlığına yaptığımız proje başvurularını 4628 sayılı kanunun çıkmasıyla EPDK’ya kaydırdık. Bugün EPDK’dan toplam 380 MW’lık rüzgâr enerji santralinin lisansını almış bulunuyoruz.   
Şu anda rüzgâr yatırımına başlayacak yatırımcılar bizim zamanımıza göre daha şanslı konumdalar. Çünkü bizden önce Türkiye’nin rüzgâr potansiyelini gösteren bir çalışma yapılmadığından rüzgâr potansiyeli yüksek proje sahaları bulmak tamamen yatırımcının gayretine bağlı ve çok zaman alan bir süreçti. Günümüzde bu durum değişmiş görünüyor.  Enerji Bakanlığı önderliğinde Elektrik İşleri Etüt İdaresi tarafından yaptırılan rüzgâr enerji atlası yatırımcıya daha en baştan yüksek potansiyelli rüzgâr proje alanlarını detaylı bir şekilde gösteriyor.   Bu sayede yatırımcılar potansiyel olarak belirlenen sahalarda ölçüm yapabilir ve EPDK’ya başvurabilir.  Burada önemli bir noktayı vurgulamak istiyorum; ne kadar detaylı olursa olsun rüzgâr atlası bir modellemenin sonucunda ortaya çıkmıştır.  Yatırımcıların proje sahalarında, az önce ifade ettiğim şekilde en az 2 sene ölçüm yapması zarureti vardır.
Rüzgar elektrik santrali yatırımcılarının dikkat etmesi gereken önemli noktalardan biri de projenin enterkonnekte sisteme bağlantı imkanıdır.  TEİAŞ rüzgâr projelerinin kurulu gücünü, bağlanılacak trafo merkezinin kısa devre gücünün %5’i ile sınırlamış durumda.  Bu da projenin rüzgar potansiyeli ne kadar yüksek olursa olsun ve proje alanı da ne kadar büyük olursa olsun kurulu gücün enterkonnekte sistem bağlantısıyla sınırlandırıldığı anlamına gelmektedir.  Hatta şu anda çoğu rüzgâr potansiyeli yüksek projenin sisteme bağlantısı olmadığı için yapılamadığı görülebilir.  Yatırımcılara, rüzgâr potansiyeli ile birlikte o bölgenin bağlantı imkânını da TEİAŞ’tan öğrenmelerini tavsiye ediyorum.  Bu sınırlamaya bir çözüm olarak rüzgâr potansiyeli yüksek bölgelerde, buna örnek olarak Çeşme yarımadası verilebilir, projelerin birleşerek sistemin güçlü olduğu trafo merkezlerine ortaklaşa hat ve şalt tesisi yapmaları düşünülebilir.  Tabi burada bir koordinasyon ve yaptırım gerektiğinden, EPDK ve TEİAŞ o bölgede lisans almak isteyen fakat bağlantısı olmayan proje sahiplerini bir araya getirebilirler. Bu yatırımcılara Lisanslarını şartlı vererek ve hatta teminat alarak gerekli iletim ve şalt tesisini yaptırmalarını sağlayabilirler.  Böylece rüzgârı iyi olan ve bağlantı sorunundan dolayı kurulamayan projeler de devreye alınmış olacaktır.
Günümüzde hem dünyada hem de ülkemizde rüzgâr enerji santrallerine yoğun bir ilgi bulunmaktadır.
Az önce arz ettiğim gibi rüzgâr potansiyelimizin sadece %1’ini kullandığımız göz önüne alınırsa bu ilgi daha da artarak devam edecektir.  Şimdiki piyasa koşullarında kapasite faktörü % 40 ve üstündeki projeler ekonomik olarak yapılabilir gözüküyor. Tabi proje sahasının inşaat yönünden ve lojistik yönden zor olması bu oranın artmasına yol açabilir.
Biraz da bir diğer önemli yenilenebilir kaynağımız olan hidroelektrik enerjiden bahsetmek istiyorum.
Yapılan değerlendirmelere göre Türkiye’nin su kaynaklarından 150 Milyar kWh elektrik üretmesinin mümkün olduğu hesaplanmaktadır.  Şu anda Türkiye’nin toplam elektrik tüketiminin yılda 170 Milyar kWh olduğu göz önüne alındığında su potansiyelimizin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır.  Bu güne kadar, tüm Cumhuriyet dönemi boyunca, devlet eliyle kurulabilen su santrallerinin üretebildiği enerji toplamı yılda 40 Milyar kWh’tir. Şu anda her yıl 110 Milyar kWh elektrik üretebilecek su potansiyeli boşa akmaktadır.  Bunun ekonomik değeri ise yılda yaklaşık 8 Milyar Dolar olarak hesaplanabilir. 
Su projelerinde 5539 nolu kanun ve ilgili yönetmelikle, yeni uygulanmaya başlanan sistemin çok doğru olduğunu düşünüyoruz.  Bu yasa uygulamasına yakın zamanda fiilen başlanılmış ve şimdiye kadar çok iyi neticeler alınmıştır. Bu yasa ve yönetmeliklere göre yapılan uygulamada, bir hidroelektrik projesi için birden fazla başvuru olması durumunda ihaleyi alacak olan firmanın seçim şekli; bu projeyi gerçekleştirdiğinde üreteceği birim kWh başına kamuya ne kadar pay vereceği kriteriyle yapılmaktadır.  Şu ana kadar yapılan ihalelerde yatırımcıların tesis işletmeye geçtikten sonra kilovatsaat başına devlete verecekleri katkı payı bazı projelerde 6 kuruşları geçmiştir.  İhaleyi kazanan firmaların tamamına yakını bu yatırımları devreye alabilecek bilgiye ve birikime sahiptirler.  Bu demek oluyor ki 3–4 sene içerisinde yıllardır boşa akan bu sulardan devlete hiç yük getirmeden elektrik üretilmeye başlanacak ve hatta katkı paylarıyla devlete ciddi bir gelir sağlanacaktır. 
İzin verirseniz biraz da 5346 sayılı Yenilenebilir Enerji Kanununda yapılan yeni değişikliklerden ve bu değişikliklerin yatırım ortamında yaratacağı etkilerden bahsetmek istiyorum.  Bildiğiniz üzere Yenilenebilir Enerji Kanununda elektrik dağıtım şirketlerine yenilenebilir enerjiyi YEK belgeli tesislerden 7 sene boyunca, toptan enerji fiyatından alma zorunluluğu getirilmişti.  Söz konusu toptan enerji fiyatı da her yıl Bakanlar Kurulu kararı ile %20 oranında arttırılabiliyordu.  Yeni düzenlemeyle, toptan enerji fiyatına 5 Euro cent taban fiyat getirildi.  Böylece yatırımcıya kur riski olmaksızın ürettiği elektriği en düşük 5 Euro-sent’ten dağıtımcılara satma imkânı sağlanarak proje kredisi bulma şansı arttırılmış oldu.  Değişikliklerden bir diğeri ve bence en çok üstünde durulması gereken ise toptan enerji fiyatına 5.5 Euro-sent tavan fiyat getirilmesidir.  Yani başka bir deyişle Türkiye’deki toptan enerji fiyatı 7 Euro-sent bile olsa rüzgar veya su santralleri serbest piyasa koşullarından yararlanıp dağıtımcılara 5.5 Euro-sentin üzerinde elektrik satamayacak.  Başka bir deyişle tüm kömür, doğalgaz santralleri dağıtımcılara serbest fiyattan elektrik satarken yenilenebilirler bu durumdan yaralanamayacak.  Bu durum yenilenebilirlerin cezalandırıldığı anlamına geliyor.  Bu maddenin gerekçesi de elektrik fiyatlarının bu sayede artmasının önlenmesi olarak açıklanıyor.  Hâlbuki toplam elektrik üretiminin küçük bir yüzdesini oluşturan yenilenebilirlerin önünü bu gerekçe ile tıkamak çok yanlış.  Bu değişiklik ile yenilenebilir kaynakların gelişmesinin önü maalesef daha çok tıkanmıştır.  Burada maddenin altında bu elektriğin serbest piyasada satılabileceği gibi bir cümle ilave edilmiştir.  Sizlerin de bildiği gibi serbest tüketicilere 4628 sayılı kanun gereği her zaman satma hakkımız vardır.  Fakat yenilenebilir enerji tesislerinin düzenli üretimleri olmadığından bir enerji havuzu tarafından dengelenmesi gerekmektedir.  Dağıtımcılara alım yükümlülüğü getirilmesindeki en önemli gaye de budur.  Yenilenebilir kaynakların direkt olarak serbest tüketicilere satması bu yüzden çok zor gözükmektedir.
Yenilenebilir Enerji kaynakları için bir diğer önemli sorun ise enterkonnekte sistem kullanım bedelleridir.  Bu bedeller kurulu güç üzerinden alınmaktadır. Kurulu güçlerinin %80-85’ini kullanan konvansiyonel enerji kaynaklarına kıyasla kurulu güçlerinin sadece %40-45’ini elektrik enerjisine çevirebilen yenilenebilir enerji kaynakları için bu bir handikap oluşturmaktadır.  Ayrıca batı bölgelerimizde bu bedeller MW başına 19.000 YTL’ye kadar çıkmaktadır.  Yani 100 MW’lık bir santralin yıllık iletim sistemi kullanım bedeli 1.9 Milyon YTL olmaktadır.  Özellikle Türkiye’nin rüzgâr potansiyelinin daha çok batı bölgelerinde olduğu göz önüne alınırsa bu sorunun ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır.  Bizim önerimiz bir yönetmelik değişikliği ile bu bedellerin yenilenebilir kaynaklar için %85 indirimli alınmasıdır.  Bu konuda Enerji Bakanlığı ile görüşmemizde olumlu tepki aldığımızı da belirtmek isterim.
 
Değerli katılımcılar,
         Bir konuya daha değinerek sözlerimi tamamlamak istiyorum.  Böylesine önemli kaynaklarımızın daha hızlı devreye alınabilmesi için Türkiye’nin Kyoto protokolünü imzalaması ve Karbon emisyon ticaretine başlaması gerekmektedir.  Bu protokole taraf olmamız zamanla kaçınılmaz olacaktır.  Bence bir an evvel gerekli pazarlıklar yapılarak hedeflerimiz makul seviyeye getirilmelidir.  Protokolün imzalanması ülkemize ve yenilenebilir enerji sektörüne büyük fayda sağlayacaktır.
Bahsetmiş olduğum makul önlemlerle ülkemiz için çok önemli olan yerli ve yenilenebilir enerji kaynakları, ülke enerji havuzuna kısa zamanda katılıp, yıllardır boşa giden bu kaynaklarımız ülke ekonomisine kazandırılmış olacaktır. 
 
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.